Doğrudan Bağlı İlk
Yöneticim ve Laboratuvardaki İlk Günüm
Bir
üst yöneticimin beni işe aldıktan sonra işten ayrılmış olmasının şaşkınlığı
içinde, bölüm şefinin odasına yönelirken beyaz önlüklü birkaç kişinin meraklı
bakışları arasında içeri girdim. Odaya adım attığımda, bugünün GLP-GMP
standartlarıyla hiç uyuşmayan bir manzarayla karşılaştım: Odada üç mühendis ve
bölüm şefi kahvaltı yapıyordu.
Kahvaltı
her ne kadar bir ofiste yapılsa da, laboratuvar alanına yiyecek
sokulmaması zorunluluğuna ters düşen bu durum, 1990 yılı mevzuatlarına göre bir
uygunsuzluk teşkil etmiyordu. Üstelik bu kahvaltılar sırasında sadece izlenen
bir film, çocukların yaramazlıkları veya yeni açılan bir mağaza konuşulmuyor;
laboratuvarda dünden askıda kalmış konular tartışılıyor ve kararlar alınıyordu.
Bu da iş süreçlerini daha verimli hale getiriyordu.
Şefimin
sevimli, sıcak bakışları ve samimi karşılaması beni oldukça rahatlattı. Sıcak
çörek otlu açmanın yanında peynir, zeytin ve yumurtayla zenginleştirilen
kahvaltıya beni de davet etti. Bir yandan da yiyeceklerin hızla tüketildiğini
ve mühendislerin aceleyle işlerinin başına döndüğünü izliyordum. Oysa ben daha
açmamın yarısını bile bitirememiştim. O an fark ettim ki fabrikada kahvaltı
yapacaksam, bunu ağırdan almak yerine hızlı olmam gerekiyordu. Aynı durum öğle
yemeğinde de dikkatimi çekti; herkes yemeğini hızla yiyordu.
Yıllar
önce bir İnsan Kaynakları yöneticisinden dinlediğim anıyı hatırladım şimdi: Bir
iş görüşmesine gelen yönetici adayını öğle yemeğinde ağırlamışlar. Aday, o
kadar yavaş yemek yiyip konuşuyormuş ki, diğer özelliklerini fazla irdelemeden
onu elemişler. Günümüz işe alım kriterlerinde hâlâ bu durumun geçerli olduğu
işletmeler var mı acaba? Yani, hangi çalışma sonucunda “Yavaş yiyen ve yavaş
konuşan bir yöneticinin işini de yavaş yaptığı, geç karar aldığı ve bölümünü
verimli çalıştıramadığı” gibi bir sonuca ulaşılmış, hep merak etmişimdir.
Bu
hız konusuna kafayı takmıştım ve gözlemlerim ne olursa olsun uyum sağlamam
gerektiğini düşünüyordum. Bunu bir kenara not ettikten sonra, bölüm şefim yemek
sonrası kahve sohbeti yapalım diyerek beni tekrar odasına çağırdı. Hızlanmanın
ilk adımı olarak, kendimi bir saniye içinde odasında bulduğumu hatırlıyorum.
Bana genel işbaşı eğitimi kapsamında bazı kuralları anlattıktan sonra elime bir
şurup şişesi verdi ve iyice çalkaladıktan sonra faz ayrımı olup olmadığını not
etmemi söyledi.
Öğle
yemeğinin ağırlığı ve uykusuzluk nedeniyle kendimi sersem gibi hissediyordum.
“Bu da nereden çıktı şimdi? Daha ilk günden iş verilir mi?” diye içimden
geçirerek şişeyi aldım.
Bu
arada şefimin laboratuvar çalışanlarıyla diyaloğunu gözlemlerken en çok dikkatimi çeken şey " net, samimi ve
içten "olmasıydı . Onda,
tatlı-sert bir yapının ardında işini gayet iyi bilen, sonuç odaklı bir yönetici
profili gördüm.
Zaman
hızla geçti. Şefime şurup sonucunu iletirken bir yandan laboratuvar prosedürlerini
sordum. Ancak "föy" diye adlandırılan prosedürleri tek başıma
uygulamak mümkün değildi. “İyi de, ben hiç ilaç analizi yapmadım ki!” diye
içimden geçirdim. Cihaz şartlandırılması, kolon detayları gibi bilgileri
araştırmaya başladım. Ancak tüm bu detaylar maalesef sadece uygulayıcıların aklındaydı.
Gün
bittiğinde, içimi ısıtan laboratuvar atmosferine, zihnimdeki belirsizlikler ve
endişeler karışmış halde servise bindim. Ancak şefimin güven verici tavırları,
her şeyin üstesinden gelebileceğime olan inancımı güçlendirdi.
Yorumlar
Yorum Gönder