İLK YÖNETİCİLİK SINAVIM: VİCDAN MI? KURAL MI?

 


 

Günler günleri kovaladı..laboratuvarın ilaç kokularıyla karışmış havasına hızlı bir uyum sağladığımı hatırlıyorum. Yaklaşık 15 kişinin çalıştığı laboratuvarda üniversite mezunu sayısı 5 ti.  Teknisyenler arasında, analizlerle çok küçük yaşlarda tanışmış ilkokul mezunlarının da olmasından şaşkınlık duyarken bir yandan da benim bilmediğim ya da yavaş yaptığım bir çok işi bilmeleri, seri ve hızlı hareket etmeleri beni hayran bırakıyordu.

Üniversite mezunu olup analizlerde acemi olmanın iyi bir his olmadığını söyleyebilirim. Hele eğitimsiz ancak analiz deneyimi olan teknisyenlere bir şeyler sormanın  o zamanki gençlik düşüncelerimle zoruma gittiğini itiraf etmeliyim. Bununla birlikte profesyonel bakış açımı derinden besleyen böylesine güven verici, çeşitli ve zengin bir iş yapısı olan bir kuruluşda çalışıyor olmanın mutluluğu, yarattığım olumsuz bakış açısını yavaş yavaş merak ve öğrenme isteğine dönüştürüyordu.

Teknisyenlerle daha içten ve samimi olan iletişimim varken mühendislerle olan iletişimim daha mesafeliydi.  Zaten daha ilk günden beri aralarına katılmış olmamdan çok da memnun olmadıklarını, sözle ifade etmeselerde beden dilleriyle çok net yansıtıyorlardı. İşle ilgili detayları maalesef sadece şefimden ve teknisyenlerden öğrenebiliyordum.

Bugün  bir çok kuruluşda insan kaynakları tarafından organize edilen ve her yeni başlayanların sorularını cevaplayan ve tecrübeli bir çalışanın rehberlik ettiği sistemler , bu tür sıkıntıların önüne geçiyor. Ayrıca, iş başı eğitimleri  sayesinde, her yeni başlayan kişi, belirli bir eğitim sürecinden geçtikten sonra görevine başlıyor ve böylece daha güvenli bir çalışma ortamı sağlanıyor.

1 Mayıs da başladığım görevimde  göz açıp kapayıncaya kadar üç ayı çokdan geride bırakmıştım. Bir sabah şefim, yaz tatiline çıkacağını ve 4 hafta boyunca onun yerine geçeceğimi , iş takibini benim yapacağımı söyledi. Açıkcası bu haber ilk söylendiğinde çok hoşuma gitmişdi; müthiş bir özgüven sarmaladı her yanımı. Sanırım  egomu da biraz şişirmiş olabilir…Ancak sonrasında “ iyide ben daha  sadece 3 aylık tecrübeliyim. Üstelik laboratuvardaki mühendislerden de tam destek alamayacağım, bilmediğim bir çok şey var, nasıl olacak ?  diye düşünmeye başladım. Kafamdaki binbir soru, o kısacık süren özgüvenimi yerle bir etti , yerini kaygıya bırakdı. Şefim zorlandığım bir konu olursa teknik bölüm başkanına sorabileceğimi belirtti ve 3 gün sonra tatile çıkdı.

Şimdi dönüp baktığımda, içi boş bir özgüvenin ne kadar tehlikeli olabileceğini bu anımla bir kez daha fark ediyorum. Buna rağmen, şefimin bana  benim kendime duyduğumdan daha fazla  güvenmiş olmasına minnettarım.

1990 lı yıllar… İlaç sektöründe İyi Üretim  Uygulamaları (GMP ) ve İyi Laboratuvar Uygulamaları (GLP )  tekniklerinin yeni yeni uygulamaya alındığı , bireysel çabaların  yerini  sistematik, doğru ve güvenli süreçlerin almaya başladığı dolayısıyla  her değişim ve geçişde olduğu gibi sancılı süreçlerdi.

 


Evet iyi bir üniversiteden mezundum. Yüksek Lisansımı tamamlamıştım ve araştırma asistanlığı tecrübemde olmuşdu. Ancak bir laboratuvar nasıl yönetilir? Bir işin her gün tam, doğru ve zamanında yapılması nasıl sağlanır ? Kapasitenizin üzerinde bir çalışmada yani yüksek performansda  hangi motivasyon kaynakları işe yarar ? gibi konularda bilgim ve deneyimim oldukça sınırlıydı. Bu bir ay nasıl geçecekti ? Karşılaşacağım  sorunlarla nasıl baş edecektim?

Üniversiteden ayrılırken hocamın söylediklerini hatırladım: “İşini eğitimlilerden deyil, deneyimlilerden öğreneceksin. Sonra babamın söyledikleri geldi aklıma: “Bu yaşlarda bol bol gözlem yap, bazen hızlı kararlar almak zorunda kalabilirsin ; o zaman deneyimli birine sormaktan çekinme. Hiç kimseyi bulamazsan sezgilerine güven”

Şefimizin izne çıktığı haftanın başında  laboratuvar asistanı telaşla yanıma geldi. Lise stajyerlerinden biri, öğle molasında ürettiğimiz ürünlerin fabrikadaki satış mağazasından bir kozmetik ürünü gizlice cebine atarken yakalanmış .

Stajyerin aslında sessiz, effendi ve çalışkan bir öğrenci olduğunu; bu güne kadar bir uygunsuz davranışının olmadığını öğrendim. Bir kaç analist de yanıma gelerek, stajyerin ayrılması durumunda işlerin aksayacağını ve bu durumdan endişe ettiklerini ifade etti.

Ancak yazılı olmasada kurallar belliydi:  Öğrencinin  stajına derhal son vermemiz gerekiyordu.

Öğrenciyi çağırdım. Neden böyle bir şey yaptığını sordum. Odamdan çıkarken, yaptığından pişmanlık duyduğunu ve siciline işlenirse liseden mezuniyetinin bile etkilenebileceği kaygısını korkak ve ürkek bir dille ifade etti.

 


Öyle anlar , öyle kararlar vardırki vicdanınız kuralların üzerine çıkar. Sanırım bilinçli anlamda ilk sınavımı o zaman verdim. Derhal Teknik Bölüm başkanının yanına gittim. Durumu izah ederken ekledim:

 “Dönemsel bir yoğunluk içindeyiz ve bu sıkışık anlarda stajyerlerin desteğine daha çok ihtiyacımız oluyor. Bu stajyerin ayrılması dengeleri etkileyecek. Mümkünse affedelim. Eğer bu mümkün değilse, ayrılma nedeni olarak siciline zarar verecek bir gerekçe yazmayalım”.

 Başkan düşündü ve “Yarın konuşuruz” dedi.

Bu arada, utanç içindeki stajyeri diğer stajer ile birlikte evine gönderdik ve  bizden haber beklemesini söyledik.

Ertesi gün Başkan aradı. Stajyeri artık burada tutamayacağımızı ancak siciline de lise mezuniyetini etkileyecek olumsuz bir şey yazmadıklarını söyledi.  

Peki siz hiç vicdan ve kurallar arasında sıkıştığınız bir  karar vermek zorunda kaldınız mı ?

Neler hissettiniz?

Hangi duygu sizi böyle bir karar almaya yönlendirdi ?

Bu kararın sonucu ne oldu ?

Karar sürecinizde bir değerler çatışması yaşadınız mı ?

 Paylaşımlarınızı merakla bekliyorum.

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar