Hatırladıkça
Gülümseten Başlangıçlar
Uykusuz,
sürprizlerle ve şaşkınlıkla geçen ilk iş günümün sonunda, servisin dar ve küçük
koltuğunda huzuru yakaladım. Göz göze geldiğim servis arkadaşlarıma
gülümserken, bir yandan da koca bavuluma ve bana merakla bakanlara “Bugün ilk
iş günüm, İstanbul’a bu sabah geldim,” gibi açıklamalarda bulundum — sanki
sormuşlar gibi…
Yıllar
geçtikçe bu heyecanlı, konuşkan hâlimin yerini çevresini gözlemleyen ve daha
sakin bir yapıya bırakması çok da uzun sürmedi.
Serviste
yanımda oturduğum arkadaşıma Şişli’de ineceğimi iyi ki söylemişim. Derin
uykumdan “Şişli’de iniyor musunuz?” diyerek beni dürtmesiyle uyandığımı
hatırlıyorum. Bavulumu çoktan indirmişler bile. Minnet dolu bir şekilde
teşekkür ettim ve yarı uykulu hâlde etrafıma bakınırken, karşı durakta
üniversiteden yurt arkadaşımı gördüm. Bana el sallıyordu. Yurtta kısa bir
süreliğine aynı odayı paylaştığım arkadaşım, benden önce İstanbul’da çalışmaya
başlamıştı. İstanbul’da çalışacağım kesinleştiğinde ilk onu aramıştım. Evini
paylaşmayı teklif ettiğinde ise sevinçten havalara uçmuştum.
Kaldığı
apartman az katlıydı, odamın penceresi bahçeye açılıyordu. İncir ağacı o kadar
yakındı ki, dalları neredeyse odama girecek gibiydi. Burası evin en sessiz
köşesiydi. Sanki İstanbul’da değil de Anadolu’nun küçük, sevimli kasabalarından
birinin sakin mahallesindeydim. Dairenin ön tarafından, bulunduğu sokağı kesen
yolun bittiği yerde ana cadde başlıyor, korna sesleri ve araba gürültüsü
oldukça hissediliyordu.
Arkadaşıma
hediyesini verdim. Yorgunluk iştahımı kapatmıştı. Bir şey yemeden, kısa bir
duşun ardından yanımdan ayırmadığım küçük çalar saatimi kurup uykuya daldım.
Dinlenmiş
ve güzel bir uyku çekmiş hâlde işe başlamak, ilk günümde zihnimdeki bulanıklığı
berraklaştırmış ve enerjimi yükseltmişti. Laboratuvarın buram buram ilaç kokan
atmosferine, arka arkaya çalan telefonlar ve test sonucunu öğrenmek için biri
gelen, diğeri giden üretimcilerin ayak sesleri karışıyordu. Bir yandan da Şefimizin güler
yüzü bizlere “Her şey yolunda,” izlenimi veriyordu.
Çay
molasında çalışanlardan biri yanıma geldi. Kısa bir tanışmanın ardından sordu:
— Kimin aracılığıyla buradasınız?
Soru
çok garipti, hiçbir şey anlamadım. Daha sonra anladım ki işe alınmamda katkısı
olan kişileri soruyordu. Soruya soru ile karşılık vermekten hiç hoşlanmasam da
aynısını yaptım:
— Nasıl yani? burada çalışanların hepsi torpilli mi?
Sanırım
bu cevabı beklemiyordu. Afalladı, bakışlarını gözlerimden kaçırarak “Yok, hayır
öyle demek istemedim ama merak ettim,” diye gülümsedi.
Ben
de fabrikaya özgeçmişimi bir yıl önce kapıdan teslim ettiğimi anlattım.
Özgeçmişimi alan personel memuru, henüz açık kadro olmadığını ama özgeçmişimi
saklayacaklarını ve gerektiğinde değerlendirmeye alacaklarını söylemişti. Bir
yıl sonra da aramışlardı. Açıklamamdan memnun oldu ve “Hmm, sanırım bir şeyler
değişmeye başlamış,” dedi.
Şefim,
öğle yemeği sonrasında beni diğer bölümlerle tanıştıracağını söyledi.
Tanışmalara başlamadan önce, ilaç sektörünün duayenlerinden rahmetli Ayhan
Suskun’un yanına gittik. Ayhan Bey:
— Hoş geldin aramıza, hadi bakalım taze kan, hayırlı olsun, dedi.
Onun
o samimi, babacan tavırları; iş süreçlerinde karşılaşılacak her sıkıntılı
durumu rahatça paylaşabileceğimiz bir kapıyı aralıyordu. Gelecekteki
yöneticilik anlayışımda ilham aldığım bir davranış modeliyle daha o zaman
tanışmıştım. Ne kadar şanslı olduğumu zaman zaman hatırlarım.
Ne
garip, bunca yılın ardından hâlâ dün gibi hatırlıyorum bu diyalogları. Değişim
ve dönüşümümün ilk farkındalıkları olduğu için mi? Elbette evet. İlkler hiç
unutulmaz… Bilinçaltımızda bir yerlerde saklıdırlar. Her çağırdığımızda
çıkagelirler — ihtiyacımız olsa da olmasa da...
Yorumlar
Yorum Gönder