Bir Mayıs
Sabahında İş Hayatına İlk Adım
Yıl 1990, ben 25 yaşında genç bir kimyagerim. 1
Mayıs sabahına mavi trenin içinde, içimde tarifi zor bir heyecanla giriyorum.
Gözlerim uykusuzluktan yanıyor ama zihnim uyanık: İstanbul’da beni bekleyen
yeni bir hayat var. Peki, bu yolculuk beni nereye götürecek?
Ankara’dan
gece 24:00’te bindiğim mavi tren oldukça gürültülü. Bütün gece sönmeyen
ışıklara bir de merak ve heyecan eklenince derin uykuya dalmam mümkün olmadı.
İstanbul’a yaklaşırken tuvalette kıyafet değiştirip giydiklerimin ütüsü
bozulmasın diye bir vagondan diğerine yürüyüp duruyorum. Eğreti otururken
kasılmış halim, gevşediğimde hafif canımı yakıyor...
İstanbul
Haydarpaşa Garı’na indiğimde sırt çantam ve üniversitenin ilk yıllarından beri
bana yoldaşlık eden, oldukça sağlam, soluk mavi tonda, deriyi andıran aşınmış
kumaşıyla ince demir kenarlıkları ile boşken bile ağır olan ama bir o kadar da
sağlam valizimle sabahın erken saatlerinde yarı uykulu etrafıma şaşkın bakarken
saatime göz atıyorum: 6 - 6.5 civarı...
"Oh,
daha vakit var!" İstanbul’da çalışacağım ilaç fabrikasının 08:00’de işbaşı
yaptığını biliyorum ve daha ilk günden geç kalmamak adına adımlarımı
hızlandırıyorum.
İstanbul’da
anne tarafından birçok akrabam var, annem onlarla iletişime geçmemi istemişti.
Ancak indiğimde bir sıkıntı yaşarsam arayabileceğim bir sürü isim ve telefon
numarasının olduğu rehberin varlığını bile hatırlamıyorum. Tek aklımda olan, 1
Mayıs’ta saat 08:00’de işbaşı yapacak olmam. Levent tarafına geçecek olan
minibüslerin yerini çoktan öğrenmiştim ve minibüse doğru, valizimin ağırlığına
aldırış etmeden adımlarımı daha da hızlandırıyorum.
Annem,
taksiye binmeyeceğime dair bana yemin ettirmişti. O yıllarda gazetelerin üçüncü
sayfalarında taksicilerle ilgili suç haberleri ayyuka çıkmıştı. İlk dolan
minibüse binerken şoför, valizimin büyüklüğüne söylenerek beni taksiye yönlendirmek
istediğinde “Yarınki gazetenin üçüncü sayfasında mı çıkayım?” sözlerim,
minibüstekileri sabah sabah epey güldürmüştü.
Köprüye
girerken bir polis timinin engeline takıldık. O an saatin 07:30 olduğunu fark
ettim ve işbaşı yapmaya sadece yarım saat kalmıştı. Bir yanda geç kalma
korkusu, diğer yanda içimde yükselen bir anı... ODTÜ’deki 1 Mayıs günleri
aklıma geldi. Yurtlar bölgesinde asılı pankartlar, birlikte yapılan coşku dolu yürüyüşler,
emekçilerin onurlu günü… Üniversiteden ayrılırken, bölüm hocalarımızdan birinin
söylediği sözler kulağımda çınladı:
"Demek sen de işçi olmayı deneyimleyeceksin."
O
anda anlamını tam kavrayamamıştım, ama hemen ardından eklediği o cümle, yıllar
sonra bana ne kadar doğru gelecekti:
"Yani, üniversite mezunuyum, bir de yüksek lisans yaptım deyip kendini farklı
bir sınıfta görme. Çünkü işini en çok işçilerden,emekçilerden öğreneceksin.”
O
an, iş hayatına dair derin bir farkındalık doğuyordu içimde. Kendimi,
mezuniyetimle tanımladığım o farklı sınıfın dışına çıkıp, bir işçi olarak
tanımlarken buldum. O sıralar, bu sözleri basit bir öğüt olarak almıştım, fakat
yıllar sonra fark edecektim ki, her bir işçinin deneyimi bana yeni bir şey
katmıştı.
Polis
detaylı arıyordu herkesi. Sıra bana geldiğinde kimliğimi, nereden geldiğimi, valizde
ne olduğunu sordu. Sonra, "Hadi açalım, birlikte bakalım"
dediğini dün gibi hatırlıyorum. Valiz minibüsün dışına alındı, yol üzerinde
açıldı. Kontrol sonrası bir türlü kapanmadı ve yarı açık vaziyette Levent’te
fabrikaya vardığımda saat 08:00’i gösteriyordu. Zamanında varmış olmanın
sevincinden, valizin durumunu çoktan unutmuştum…
İş
görüşmesini yaptığım müdüre geldiğimi bildirmek için odasına yöneldim. İçimde
heyecan vardı; çünkü onu bir rol model olarak görmüştüm. Sıcak kanlı, açık
sözlü, insan odaklı bir yönetici... Ondan çok şey öğrenebileceğimi
hissediyordum. Ama odasına vardığımda, sekreterin sakin bir sesle “O artık
burada değil, ayrıldı’”demesiyle adeta donakaldım. Bir an kulaklarıma
inanamadım. Nasıl yani? Daha dün burada değil miydi?
Bir
an, "Peki,
bu güzel insan neden ayrıldı? Yoksa burası doğru bir seçim değil miydi?
Kandırıldım mı?" gibi uç noktalarda gezindiğimi
hatırlıyorum.
İçimde
tuhaf bir boşluk hissi oluştu. Ya yanlış bir seçim yaptıysam? Ya burası aslında
göründüğü gibi bir yer değilse? Şüphe, hayal kırıklığı ve belirsizlik duyguları
zihnimi kapladı. O an, yolculuk boyunca taşıdığım heyecan yerini derin bir
sorgulamaya bıraktı...
Laboratuvara
uzanan dar, karanlık koridorun diğer ucundaki merdivenlerden “Çorbacı!”
diye bağıran abimizin hızlı çıkışına gözüm takılıyor. "Sabah sabah ne
çorbası?" diye düşünürken, ince ışık ile karanlık arasında hafif loş
ortamda iyice yaklaşırken tepside gelenin çay ve yanında sıcak açma olduğunu
görüyorum.
O
nefis kokulu çörek otlu açma ve çay, ne kadar çok acıkmış olduğumu
hatırlatıyor. Ancak uzatılan açmayı hemen alamıyorum, utanıyorum. Daha ilk
günüm, henüz çalışmamışım bile; hak etmediğimi düşünüyorum…
Tam
o sırada müdürün sekreteri yanıma yaklaşıyor. "Bölüm şefinin odasına
geldiğini ve beni beklediğini haber veriyor...
Aydan hanım çok keyifle okudum yazınızı, ne kadar güzel betimlemişsiniz o günü, sanki yanınızdaymışım gibi yaşadım . ilk işimizin aynı şirket olması da okurken kendimle ilgili anılara götürdü beni🥰
YanıtlaSil